T.C. Mİllî Eğİtİm BakanlIğI
İSTANBUL / ATAŞEHİR - Şerife Bacı Özel Eğitim Anaokulu

Şerife Bacının Öyküsü

Şerife Bacı Şerife Bacı Şerife Bacı

1900´lerin başında dünyaya gelen Şerife, kan ve gözyaşının sel olup akacağı bir coğrafyada Anadolu´nun işgal görmeyecek, ama gidenlerin ardından yaslı türkülerin yakılacağı, yiğitlerinin binlercesinin şahadete ulaşacağı, balkan Savaşları´nın, Birinci Dünya Savaşı´nın, Çanakkale ve Kurtuluş Savaş´larının hüznünün en derinden hissedileceği Kastamonu´da Seydiler köyünde gözlerini açmıştı.

 

Vatan uğruna savaşa giden Koçyiğitlerin kahramanlıklarını, şahadet haberlerini yaslı analardan, gelinlerden dinleyerek büyüyen Şerife, savaşlara gidip de dönmeyenlerin ardından dökülen gözyaşlarıyla yoğurduğu şahadet hamuruna vatan ve millet aşkını maya yaparak mukadderatına hazırlanır olmuştu.

 

Yemen türküleriyle, hüzünlü dolu şehit hikayeleri dinleyerek büyür Şerife. Balkan Savaşları´nda yaşayarak görür insanların gözlerindeki kederi. Ardından Birinci Dünya  Savaşı´nın acısını hisseder, şehitlerimize ağlar.Çanakkale Savaşı´na gelindiğinde  ise kocasını gönderdiğinde yeni evlidirler  ve şehit haberiyle kor düşer yüreğine.O artık şehit yadigarı Şerife Bacı´dır…

 

Yıkılmamış, sarsılmamıştır Şerife Bacı. Tüm acılara  rağmen hayata sarılmış insanların yardımına koşmuş, onların dertleriyle dertlenmiştir.Köylüleri bir gaziye gelin ederler onu ve hayata yeni bir umutla bakar Şerife Bacı. Kızı doğmuştur çünkü. Sıdıka doğmuştur.

 

Derken… Kurtuluş Savaşı başlar.Türk Milletinin tarih sahnesinde var olma mücadelesi verdiği, eli silah tutan herkesin cephede olduğu büyük bir savaş. Düşman batısından ,doğusundan ,güneyinden  kabus gibi çöker Anadolu´nun üstüne. Kara bulutlar arasında bir Karadeniz dalgalanır bir de ay yıldızlı bayrak…

 

Kurtuluş savaşının cepheleri genişledikçe cephane ihtiyacı artmış, cephelerden Milli Müdafaa Vekaleti´ne kumandanların gözyaşlarıyla yazılmış acı telgrafları çekilmiş, yalvaran dille yazılmış cephane talepleri birbirini kovalar olmuştu. Bu arada İstanbul´da düşman işgalindeki depolardan kaçırılan silah ve cephane, geceleri kayıklar ve motorlarla İnebolu´da kıyıya çıkarılmaktadır. Kandır, candır,  namustur o silahlar. Hayatı savaşlarda geçmiş Büyük Gazi´nin gözü cephede kulağı İnebolu´daki o silahlardadır. Çünkü bu son direniştir. Arife zamanıdır, yok olmanın ya da var olmanın… Yaşlı erkekler, kadınlar bu hissiyat içinde insanüstü gayretle taşırlar cephaneleri, Kastamonu üzerinden Ankara´ya, Küre Dağları´nın Ilgaz´ın kışına fırtınasına aldırmadan…

 

Bu çark dönmeliydi. İstanbul´dan kaçırılan silahların taşınmasıyla dönmeye başlayan çark, İnebolu´dan, Kastamonu´dan, Ankara´dan cepheye doğru dönüyordu. Arada dişliler kırılsa da yerine yeniler geçmeliydi, bu devran başka türlü dönmezdi. Ağır bir imtihandı bu. Sarsılmaz bir iman, bitmek tükenmek bilmeyen bir azim isterdi. Tek dişi kalmış canavarların, bin bir başlı kartalların üstüne, Türk milletinin bu azmini bu inancını bir de kış mevsimi sınar olmuştu. Öyle ya istiklale kavuşmak için düşmanla bahara kavuşmak için kışla yüzleşmek gerekirdi.

 

Türk milletinin talihine her ikisi de düşmüş, cephede düşmanla savaşırken cephane taşırken Küre Dağları´nda kışla boğuşur olmuştu. Kış şartlarından dolayı İnebolu-Ankara arasındaki nakliyat işleri güçleşmiş, ulaşımda ciddi gecikmeler meydana gelmeye başlamıştı. Yolun zor kısmı İnebolu´nun İkiçay’dan Çataltepe´ye kadar olan bölümüyle Topçuoğlu , Kayguncak, Küre-Ecevit yokuşlarıydı. Bu bölgelerin çamurunu aşmak arabacılar için ölüm sayılırdı.Yokuş başlarında bütün arabalar çiftleniyor, bir arabadan çıkarılan çift at ya da öküz, diğer  arabanın ok başına takılarak aşılabiliyordu. Alınyazısı yokuşlarda susamak olan bir milletin evladı olarak  Şerife Bacı´nın kaderinde de bu yokuşları çıkmak vardı.

 

1921´in Şubat ayı başlarıydı. İnebolu´ya gelen motor ve vapurlarla sahile çok miktarda topçu ve piyade cephanesi çıkarılmış, İnebolu ve Kastamonu´daki kumandanlar ve mülki amirler, karlı dağların çabuk hareket edilip yollar kapanmadan aşılmasını, cephanenin zamanında ulaştırılmasını emretmişlerdi. Çünkü istiklale kavuşmak, vatanı kurtarmak için kurban olmak yetmiyor silah ve cephane gerekiyordu. Emir derhal karakollara ulaşmış, jandarmalar, bekçiler köylere dağılarak talimatı üç defa tellal çağırtarak yaymışlardı. Çağrının üç defa yapılması durumun vahametini göstermişti. Kastamonulular kısa zamanda İnebolu –Ankara yolunu binlerce kağnıyla doldurmuştu. Küre Dağları´nı aşanların nefeslendiği, can bulduğu Seydiler´den, Şerife Gelin de vatan, millet nefes alsın diye çağrıya uymuş, bakacak kimsesi olmadığı için altı aylık kızıyla bu kutlu sefere çıkmıştı. Birdenbire kar yolları kaplamış, sıra ile cephaneler yüklenmişti. Kağnılar yola çıkmış, cepheye giden nakliye kolları geceye kalmadan yakın köy ve hanlara sığınmışlardı. Akşama kalan Şerife Gelin´in kağnısına da top mermileri yüklenmiş ve kendisine yol verilmişti. Şerife Gelin, İnebolu çıkışında zayıf öküzlerin çektiği kağnıyı durdurmuş, oraya kadar sırtında taşıdığı kızı için top mermilerinin arasında bir yer ayarlamıştı. Tek korunma aracı olan yün yorganını da top mermilerini ve kızını yağıştan korusun diye kağnının üzerine örtmüş, tekrar kağnı başına geçmiş ´´Bismillah´´ diyerek yola koyulmuştu…

 

Ne ağaç ne kuş sesi ne toprak kokusu, gece boyu vatandan,cepheden, yürekten sesler duymuş, Anadolu uyansın diye durmadan dinlenmeden yoluna devam etmişti. Tepeler aydınlanmaya gün ağarmaya başlamıştı. Heyhat... Soğuk dondurucu olmuştur, üşür Şerife Gelin, titrer. Tipi o kadar bastırır ki ilerleyemez, durmak ölümdür. Ölümü göze alanların savaşması için ilerlemeye çalışmış fakat elinin ayağının uyuşmaya başladığını hissetmişti.

 

Çok uzak bir yere çağıran sesler duymuş bu mukaddes yolculukta kışlaya kadar gelebilmişti.

 

Şehre girmek nasip olmadan şose kenarında sabaha karşı, bir elinde övendere olduğu halde, kollarını duaya durur gibi açarak yorganının üzerine dayanmış, tatlı bir uykunun etkisinde, şahadetini Allah´a kendi elleriyle vermişti. O artık Şehit Şerife Bacı´ydı. Aziz vatan kurtulsun diye mermilerin, şerefli anaların nesli devam etsin diye çocuğunun üzerini örtmüş, kahraman milleti baharlar görsün diye kışın soğuğunu kendi yaşamış, içi rahat cenneti edebi istirahatgah olarak seçmişti…

 

Görevlilerin fark ettiği Şehit Şerife Bacı´yı kaldırıp götürmek isteyen Devrekanili Cemil ve Beşiktaşlı Rıfat çavuş, o sırada yorganın altından birdenbire çığlık kopararak ağlayan bir çocuğun feryadını duyunca şaşırmışlar, yorganı kaldırdıklarında otlarla sarılmış top mermileri arasında birleştirilmiş çulların içinde, kundaklı bir çocuğun donmaktan  kurtulduğunu görmüşlerdi.Cephane ve yavrusu için kendini feda eden bu kahraman anayı arabaya yerleştiren çavuşlar, gün doğarken ağlayarak yola koyulmuşlar, aç ve zayıf olduklarından arabayı çekemeyen öküzlere yardım ederek  bu kutsal yükü gurur  ve iftiharla tümen karargahının önüne çekmişlerdi. Şehit Şerife Bacı´yı alaca önlüğünden ve başındaki benli örtüsünden tanıyan hemşerileri, onu ve çocuğu alarak köylerine götürmüşler ve kahraman Türk kadının timsali, kurtuluş mucizesinin neferlerinden bu örnek insanı Seydiler´de son yolculuğuna uğurlamışlardı. 21 ŞUBAT 1921

Paylaş Facebook  Paylaş twitter  Paylaş google  Paylaş linkedin
Yayın: 11.12.2015 - Güncelleme: 22.10.2016 17:59 - Görüntülenme: 9709
  Beğen | 124  kişi beğendi